Ankara’da üniversite okuduğum yıllardı. Bir hafta sonunda
arkadaşlarla sirk izlemeye gidiyorduk. Kalabalık otobüste, ayakta zor dururken,
konu nerden geldi bilemiyorum ama ölüme geldi. O zamana kadar hiç kayıp
yaşamamış ben, babaannem ve dedemi düşünerek "Dayanamam yokluklarına"
demiştim.
Bu olaydan yaklaşık bir hafta sonra dedem hastaneye
kaldırıldı. Merakla her gün arıyor, dedemin durumunu soruyordum. Annemler iyi
diyorlardı. Hafta sonunda zaten memlekete gidip dedemi göreceğim diye
düşünürken, annem çarşamba günü istersen erken gel dedi.
-Neden bir şey mi oldu?
- Yok olmadı ama sen yine de erken gel özledik.
O an boğazıma ilk yumru düştü ama konduramadım. Yol boyu kalbim adrenalin
pompalıyor, beynim yok saçmalama diyordu.
Beni terminalden almaya babam ve halamın oğlu geldi. Normal koşullarda ben
servisle eve geçerdim. Bu da kalbime bir sızı daha düşürdü.
-Dedem nasıl?
-iyi
O "iyi" çok farklı bir tonda söylemiş bir "iyi" idi. Babamla
kuzenim, kendi sessizliklerine gömülürken ben, düşünmemeye çalıştığım düşüncelerin
bombardımanına tutuluyordum. Kabul etmek istemesem de boğazıma bir yumru daha
oturuyordu.
Babannemlerin eve geldik. Soramadım neden diye. Hastaya dedem ondandır dedim. Evin
önü ayakkabı doluydu. Bir yumru daha...
Bakıyorum herkes konuşuyor. Yok Esra diyorum öyle olsa
herkes konuşur mu? İyi de bu insanlar neden burada?
Önüme yemek koydular. Yutamıyorum. Soracağım. Soramıyorum. Baba diyeceğim,
diyemiyorum. Anne diyeceğim, diyemiyorum.
Yanımda babam, O da masada. O da yiyor ama sanki zor yutuyor. O arada uzak bir
tanıdık “başın saolsun amca” dedi babama. O an sadece “Anne” diyebildim. Az önce
boğazıma takılanların hepsi aynı anda çıkmak istiyor çıkamıyordu. Sanki bir an
nefesim kesilmişti de nefes alamıyordum. Gözüm kararıyor ayakta duramıyordum. Babannemin
kucağına onun tesellilerine sığınıyor, ben ağladıkça daha çok ağlayan annemle
ağlıyorduk. Ağladıkça çıktı gitti o yumrular.
Sonra anladım ki insanoğlu dayanamam dediği şeylere dayanıyor.
Bir kaç yıl sonra babaannemi de kaybettim. Sonrasında amcalarım.
Her biri öyle bir acı bıraktı ki, artık o sirke giderken dayanamam diyen Esra
yoktu. Her şeye dayanırdı bu insan. Ve her dayandığı şey hayatın ne olduğunu
gösterirdi. Büyümek meğerse hayatı anlamaktı.
Sanki oradalar evlerindeler şimdi. Yine bayram sabahları o kalabalık içinde
gideceğiz ve babannem "Karakızım" diye sevecek beni... Dedemin elini
öpeceğim. Birlikte belgesel izleyeceğiz.
Daha küçükken olduğu gibi serçe parmağından tutturup büfeye götürecek. O serçe
parmağının verdiği güvenle yürüyeceğim. Ve dedem yumurta pişirsin dediğim de
"tükürüyorum o yüzden seviyorsunuz" diye güldürecek bizi. Biz yine de
“Dedem yapsın yumurtayı” tutturacağız.
Küçükken istediğimiz gibi , büyüyoruz işte… Ve anlıyoruz ki
çocuk kalmak en güzeli imiş…